Yalnızlık Kareleri

  Yalnızlık; kimine göre bulunması zor bir hazine, kimine göre de yaşamın verdiği en büyük sıkıntılardan biri. İnsan belirli zorlukları aşmak için geldi belki dünyaya, belki de bunlardan birisi de buydu. Kime vuracağı piyango olsa da Tanrı bu konuda onu seçmişti sanırım.
  O da kabullenemese bile herkes gibi alışmaya çalışıyordu. Başa çıkılması zor bir engele dönüşmeye başlıyordu kendisi için. Bunları hayatında yavaştan hissetse de, davranışları kendisine göre olağanüstü değildi. Bazen sofrayı iki kişilik hazırlıyor,karşısındakini eliyle beslemeye çalışıyordu. Artık kimsenin göremediği ama onun çok sevdiği kim varsa masada. Arada kendi kendine satranç oynuyor, beyin jimnastiği yaptığını düşünüyordu. Zaten oyunların sonunda kimin sevineceği belliydi.
  Her günü böyle geçen bir insan hayatının sıkıcılığı, monotonluğu tarif edilemezdi. O da bunu düşünüyor hatta kalbinin en derininde hissedebiliyordu. Bir önceki günü, bugün tekrar yaşıyor, yarın da yaşayacağını bugünden kestirebiliyordu. Hayatını, televizyondan izleyen biri, sanki sürekli tekrar oynata basıyor, kaçırdığı ya da es geçtiği sahnelerin olabileceğini düşünüyordu. Ne aptalca değil mi?
  İki kişilik sofrasını kaldırdıktan sonra, tekrar fotoğraflara bakmak için dolabını açtı. Fotoğraf albümünün aynı yerde olabileceğini düşünmüştü çünkü uzun zamandır neredeyse her gün bakıyor ve baktıktan sonra geri yerine koyuyordu. Sırayla ve yavaşça bakıyordu eskilere. Seneler belki çok şeyi alıp götürmüştü ama anılar hafızalardan hiç silinmeyecek gibi tutunuyorlardı akıllarda.
  Fotoğrafa bakınırken, o anda uzaktan garip bir ses adını bağırdı. Kulakları o sese kesildi. Evet yanlış duymamıştı arkadaşı onu çağırıyordu, buna emindi. Hemen hazırlanıp aşağı indi. Tüm arkadaşları toplanmıştı ve hepsi onu bekliyordu. Yanlarına gitti ve takımları kurmaya başladılar. O ve en yakın arkadaşı ayrı takımlarda olacaklardı çünkü aralarında en iyi oynayanlar ikisiydi. Yazılı olmasa da bu kuralları herkes bilirdi. Asfaltın bittiği gibi çim, taşların dikildiği gibi direk hiçbir saha da yoktu. Onlara göre her şey eksiksizdi. Geriye sadece top oynamak kalmıştı.
  Maç bittikten sonra haliyle yoruldular ve terlediler. Beraber maçın yorumlarını yaparken birden elindeki makinesiyle babasını gördü sokağın sonunda. Görür görmez yanına koşmaya başladı. Yakın arkadaşının başlattığı koşma yarışında kimin daha önce oraya ulaşabileceklerini merak ediyorlardı. Fakat ikisi de sevinemedi çünkü aynı anda geçmişlerdi görülmeyen bitiş çizgisini. Babası ikisinin yan yana durmasını ve gülümsemelerini istedi. O anda flaş tüm parlaklığıyla patladı ve hayatı diğer sayfaya çevirdi.
  Her işini bitirdikten sonra boş durmanın verdiği sıkıntı yüzünden evin içinde bir o yana bir bu yana gezinip duruyordu. Pencereden dışarı baktığında beraber dolaşan insanları gördükçe kıskanıyor, kendisinin bir arkadaşıyla en son hangi aktivitede bulunduğunu hatırlayamıyordu. İnsan, sosyal olmak zorundaydı ama bu sıkıntıyı evde oturarak gideremez. Bir süre bu konuya çözüm bulabilmek için düşündü. Aklına saçma sapan fikirler gelse de içlerinden en mantıklısını seçmeyi başardı ve bir hevesle kendini dışarı attı.
  Bir arkadaşın çok karakterli olmasına gerek yok. Cevap vermesi hatta konuşması bile önemsiz. Yaşı, boyu sadece basit ayrıntılar. Onun için de sadece yanında dursa yeterdi. Önemli olan birlikte vakit  geçirmeleri ve beraber mutlu olabilmeleri. Bunun düşüncesi bile kendisini neşelendirmeye yetiyordu.
  Düşünürken ne kadar gittiğinin farkına varamamış olsa gerek, sokağın sonundaki hayvan dükkanını sonradan fark edebilmişti. Kuş sesleri uzaktan ne kadar güzel gelse de içeride, kulağı belli bir zamandan sonra kısmen sağır edebiliyordu. Dükkan sahibi de kulağının çok iyi duyduğunu kanıtlayamazdı zaten. Sırayla köpek yavrularını seçmek için bakmaya başladılar. Hiçbiri kendisiyle ilgilenmiyordu. En sondaki köpek onu fark etmiş olacak ki kıpırdanmaya ve şirinlikler yapmaya başladı. Sanırım o, köpeğini değil, köpek sahibini seçiyordu. Bunu yaşayarak görmüş oldu.
  Eve getirir getirmez birbirlerine ısınmaya başladılar. Beraber oyunlar oynuyor, bazen de yeni numaralar öğretiyordu. Emirler verip, isteğini yapması için bekliyordu. İlk seferlerde başarısız olsa da diğer zamanlarda doğru sonuca ulaşabiliyordu. Zeki mahlukat olduğu belliydi ve verdiği dostluk, parayla ölçülemezdi onun için.
  Sabah erken kalkmanın verdiği uyuşukluğu üstünden atmanın en iyi çaresi, güzel bir sabah sporudur. Hele ki yanınızda size eşlik eden bir dostunuz varsa tadından yenmez. O da böyle düşünüp hemen hazırlandı ve köpeğiyle beraber sahil yolunda yürüyüş yapmaya karar verdi. Uzun bir süre yürüdükten sonra dinlenmek için bir banka oturdular. Birden karşılarında bir fotoğrafçı belirdi. Cüzi bir fiyata anı ölümsüzleştiriyordu. Köpeğiyle hiçbir fotoğrafı olmadığını hatırlayıp beraber çekinmek istedi. Ve gene aynı flaş patladı. Ve gene bir sayfa daha atladı hayattan.
  Güzel bir bayram sabahına uyanmıştı. Her bayram, ilk önce konu komşunun bayramı kutlanır daha sonra büyüklere gidilir ya da küçüklerin gelmesi beklenirdi. Sağ olmayan bir yakın akraba varsa gidilir ve mezar başında dua edilirdi. Çok az insan, ilerde belki onun yanında kendisinin yatacağını düşünürdü ama herkes, hayatına tekrar kaldığı yerden devam ediyordu, o sahneden sonra.  
  Uzaktaki akrabalarına gitmeden önce aklına, ailecek fotoğraf çekilmek gelmişti. Sanki o bayram, diğer bayramlardan daha mutlulardı ve bu, fotoğraf karesine aynen yansımıştı. Çekilirken sıkı sıkıya sarılmışlardı birbirlerine, sanki biri gelip ayıracakmış gibi hissetmişlerdi o anda.
  Hazırlanıp ailece araba doluştular ve yola koyuldular. Böyle uzun yollara çıktıklarında genelde teypte oyun havaları çalardı. O zamanda ailece şarkıya eşlik ediliyor, güle oynaya gidiyorlardı.Yoruldukları vakit, davul zurna eşliğinde kimleri ziyaret edeceklerini konuştular ama oraya varamayacaklarını hatta beş dakika sonra büyük bir kaza yapacaklarını hiçbiri bilmiyordu. Kim bilebilirdi o gün, orada yaşanacakları?
  Hastanede gözlerini açmıştı ve merak ettiği tek şey, o feci kazadan sonra ailesinin durumunun ne olduğuydu. Hiçbirinin onu bırakmadığını umut ediyordu. Ama işte bu sadece bir düşünceydi. Dayan yüreğim diyen, bu düşünce onu zorda olsa biraz daha hayata bağlıyordu.
  Kapıyı tıklattılar ve birkaç akraba, doktor ve hemşireden oluşan bir grup içeri girdi. Zordur, bir aileden hayatta kalan tek insana olan biteni anlatabilmek. Duydu ve anladı yaşananları o cümlelerde. Kulağının sağır olmasını hayatında bu kadar çok istememişti belki de. Sadece kızıyordu; ailesine, kaderine, Tanrıya. “Neden ben?“ diye üzülerek haykırıyordu çığlıklarını, sessiz hastane koridorlarına.
  Elindeki fotoğraflara bir iki damla yaş düştü. Gözünden sakındığı eşyalara verdiği değeri yerine getirmek istercesine, kuru bir mendille sildi onları. Dayanamamıştı gene, tutamamıştı inci tanelerini. Her şeyi olmamış gibi unutmak zor geliyordu artık. Her duygunun güzel ve gerekli olduğunu düşünür ama bu kadar özlemin, ayrılığın fazla olduğunu bilirdi. Bunun için Tanrıya her zaman sitem etmişti. Dışarıdan biri tanısa sabırsız, isyankar biri zannederdi ama zaten kim yenmişti kaderi, duayla. Alınyazısına, her gün sövüp saymıştı. Hayat yeterince zor bir sınav yapıyordu fakat niye iyi bir sonuç almamızı bekliyordu.
  Niye ve neden? Sorular vardı, cevapsız kalan. Düşünceler dolanıyordu aklında, mantığına sığmayan. Gene onlardan bir tanesi parlamıştı zihninde. Kendi olan çoğu şeyi vermişti, zaten hayata. Sadece her şeyi kalmıştı. Kalktı bir hışımla yerinden ve yatak odasına doğru gitti.Babasından kalan yadigar tüfeği kaptı ve gerekli bakım için malzemeleri hazırladı. Tutuklu kalmasını istemediği her halinden belliydi. Önceden yaşadığı tutukluluklarla geçen ömründe belki de ilk defa bir şeyin doğru ve hızlıca olacağını bilmek için elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Geldiklerinde görecekleri gülümsemesini yerleştirdi solgun yüzüne. Son bir kez daha baktı önündeki albüme ve o ses yankılandı evinin duvarlarında.
  Hiçbir şey yoktu o anda, her şey var olmuştu bir anda…   
     
            

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder